mektup
- Esma Aydan Dikmen Aksoy

- 14 May 2014
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 Nis 2020
işte sana böyle bir dünya bırakıyorum çocuğum. delik deşik, hastalıklı bir dünya. belki bunları okurken; neden düzeltmedin peki, der bana kızarsın. sana neden düzeltmediğimi anlatmayacağım. çaresizlik yalanlarının arkasına da sığınmayacağım. büyük adamların bir kuyudan daha derin ceplerinden söz etmeyeceğim. hele okuduğum okuldan hiç bahsetmeyeceğim.
say ki ben; sıcacık evinde sana bu mektubu yazan kadın değilim. say ki kaybettin beni bir gece yarısı. erkenden toprağa düştü bedenim. düşün ki toprağa verilmeden, toprağa. ya da say ki; kaçırıldım bir gece kaldığım yatakhaneden. insanların doğruları altında ezildi kendi doğrularım. say ki çok çaba harcadım sokaklarda. zorba polislerin kollarında hapishanelere düştüm. ya da ona gerek görmeden döve döve öldürdüler beni bir sokak başında, "vurmayın, öldüm" dahi diyemeden.
belki o zaman sormazdın hiçbirini. neden düzeltmedin anne, bunca pislikle nasıl yaşadın; demezdin. ben de o zaman boynum bükük durmaktansa karşında, sana bunları yazmazdım. belki gururla anlatırlardı nasıl öldüğümü. nice evleri ısıtmak için çıktığı yoldan, evimize kendi değil ateşi geldi; derlerdi. belki sen o zaman benim büyük bir kahraman olduğumu düşünürdün. nice büyük adamın gözünde minicik bir karıncadan farksız olan ben, senin gözünde o adamların çizgi romanlarındaki süper kahramanlardan biri oluverirdim. hoş, bunu da sadece sen düşünürdün. senden başkası düşünseydi zaten, din üzerine düşünmek zorunda da kalmazdın. ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim, diyen peygamberin izinden böyle mi gidilir; demezdin. belki sen de utanmazdın okuduğun kitaplardan. bundan tam üç yüz yıl önce, ailesinden koparılan bir afrikalı olup binmezdin bir köle gemisine uyumadan önce. ya da arkadaşın aç köpekbalıklarına yem olmak zorunda kalmazdı, kendi özgürlüğü için. hani diyorum, şu anda evde oturup sana bunları yazmak yerine; nerede bir insana ihtiyaç varsa orada olsam; belki gururla anlatırdın annenin sana bıraktığı dünyayı.
işte o zaman, o dünyayı koyardın oyunlarına. hangi oyunları oynamak istediğini kendin belirlerdin. kıyafetlerinin renklerini de kendin seçerdin belki. arkadaşlarınla tüm şartların eşit olurdu. böyle olunca kimse onun veya senin rengine bakmazdı. konuştuğunuz dile dahi bakmazdı. ve hatta hangi cinsiyetten olduğunuza bile bakmazdı, inan. haberlerde bu kadar çok ölüm duymazdın belki. ya da sıra arkadaşın tecavüze uğrayarak ölmezdi, senin aklına gelen en büyük kötülük mikropların saldırısıyla hastalanmakken. belki de ne bileyim; sana oyunlarını oynayabileceğin bir dünya bıraksaydım, gurur duyardın benimle.
beni soracak olursan, boynum bükük yazıyorum bunları. elim kağıda veya kaleme değmeden. yüzümde kömür karası olmadan. gencecik yaşımda toprağa düşmeden. şu yaşıma gelip hiçbir acı çekmeden. bir tokat dahi yemeden. yüzümde tek bir kırışığa sahip olmadan. ve hatta hala olanca iyiliğiyle içimin. yanlış anlamalarla dolu çocuksu meraklarla. ya da ne bileyim önümde bir bebek battaniyesiyle en basitinden. yani hiçbir çaba göstermeden senin dünyan için.
bunları neden yazıyorsun dersen; yapabildiğimi sandığım tek şey budur çocuğum. güzel cümleler kurtarmayacak dünyanı, biliyorum. yüreğine ateş düşen yüzlerce aileyi, bu yazdıklarım zerre kadar ilgilendirmeyecek, bunu da biliyorum. ve hatta hiçbir şekilde haberi olmayacak bu yazdıklarımdan islam adına kaçırılan kızların. ya da onların kıtasından köle diye satın alınan ve çoktan öldürülmüş olan afrikalıların. yani yazmak, çocuğum; hiçbir şeyi değiştirmeyecek, genellikle olduğu gibi.
ve ben günün birinde, belki yazmayı da bıraktıktan sonra; binlerce ölüm görmüş ve artık hepsine alışmış biri olarak ayrılacağım yanından. alıştığım için kendi ölümüm dahi beni korkutmayacak. böylece sana bırakıp gideceğim bu yaralarından kurtlar fışkıran hasta dünyayı. peki sen benim bulamadığım gücü, kendinde bulabilecek misin?






Yorumlar