top of page

lcv

  • Yazarın fotoğrafı: Esma Aydan Dikmen Aksoy
    Esma Aydan Dikmen Aksoy
  • 17 May 2018
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 31 Mar 2020


Elimde senden gelen zarfı döndürüp duruyorum. Benden bir cevap bekliyorsun ve ben şimdi, benden istediğin o cevabı sana vereceğim.

Bunları anlatmak benim için de oldukça güç. Hem belki anlatsam, “Bunlara gerçekten inanmıyorsun değil mi?” diyeceksin. Her zaman olduğu gibi beni akılcılığa davet edecek ve söylediklerinin mantıklı olduğuna ikna edeceksin. Oysa hayatın akılcılıktan başka bir yola saptığı da olur. Ama ben seni ikna edecek o güce sahip değilim.

Ben kolay karar verebilen biri değilim. Bazen bir şeye başlayabilmek ya da bir şeyi bitirebilmek için defalarca denemem gerekiyor. Seninle her buluştuğumuzda da olan buydu, bunca zaman. Haydi bitir, haydi başla ve sonra yalnızca denemeler… İşte o gün de öyle bir gündü. Ilık bir bahar rüzgarı, insanı bir şeylere ve mümkünse bir aşka başlamaya çağırıyordu. Çiçekler, ağaçlar, kuşlar; sanki bu hissi kuvvetlendirmek için yaratılmıştı. Galiba o gün yalnızca bir gün değil, koca bir yanılsamaydı.

Aylar sonra seni görmüştüm. Kahvaltıların mutlulukla bir ilgisi olduğuna inanan şairi yalnız bırakmak istememiştim. Senden deniz kenarında bir yer bulmanı istemiştim. Sense hem denize hem de cennete yakın bir yer bulmuştun.  Bu, rüyadan da öte bir şeydi. Üzerimizde palmiye ağaçlarının iri yaprakları dalgalanıyordu. Garsonlar hiç yorulmazmış gibi gülümsüyorlardı. Bahçede irili ufaklı kediler geziyordu. Her yer yemyeşildi. Hava sıcaktı.

Biz o gün, ömrümüzün en uzun kahvaltısını yaptık seninle. Geçmişten, gelecekten, bugünden konuştuk. Aşktan, evlilikten, ayrılıktan; işten, güçten ve akıp giden zamandan konuştuk. Sonra yorulduk. Kahvaltının ardından denize yakın bir masaya geçip dört çay, bir de Türk kahvesi içtik. Herkesin kahvesi kendi hayatı gibiydi; benimki az şekerli, seninki sade. Kahve bitince konuşacaklarımız da biter gibi oldu. Usul usul ayaklandın, sigaranın sönmesini bekledin. “Ben lavaboya kadar gideceğim”,  dedin. Hesabı ödemek için yaptığın şu eski numara. Bunu tekrarlamana izin verdim. Sen gelene kadar kahve fincanlarımızın yerini değiştirdim. Şimdi benim hayatım sade, seninki az şekerliydi ve sen olup biten bu değişimden habersizdin.

Geldiğinde önümde duran fincanı, yani senin fincanını, kapatmıştım. Bunu görünce fala inanmayıp falsız kalmaya yönelik uzun bir söyleve başladın. Bu kez beni ikna edemedin. Ne sağ elimde ne sol elimde bir yüzük vardı, cüzdanımdan 1 lira çıkarıp kapalı fincanın üzerine koydum. Sen bunun üzerine konuşmaya devam ettin elbette, sanki bunun için 1 liraya ihtiyacın varmış gibi.

En sonunda fincan soğudu, ben bu soğukluğun bize bulaşmasından korktum. Yavaşça fincanı kaldırdım, her ne dilediysen o gerçek oldu. Beni diledin diye umdum. Sense akıp giden damla ile dileklerin gerçekleşme ihtimali arasında bir doğru orantı olamayacağı üzerine verdiğin söyleve devam ediyordun. En sonunda seni susturdum ve senden habersiz, senin fincanında kendimi aradım.

Önünde uzun bir yol vardı; ama yolun sonunda bir ferahlık da vardı. At murattı, muradın gerçek oluyordu. Onlarca balığın vardı, balık kısmetti. Hem orada, tam o uzun yolun sağ tarafında bir harf vardı. Benim adımın hiçbir yerinde olmayan bu harf, orada öylece duruyordu işte. Sonra kuşlar vardı, kuş haberdi ve fincanın dört tarafına dağılmışlardı. İçin kabarmamıştı hiç. İki vakte kadar seni türlü güzellikler bekliyordu. Ve fincanın kulpunun tam hizasında bir de kadın bekliyordu, aksi gibi o da bana benzemiyordu.

Tüm bunları anlattığımda, beni tebrik ettin. O harfin bana çıkan bir kısmet olduğunu, iki vakte kadar fincanı soğutmak için 1 lira yerine nişan yüzüğümü koyabileceğimi müjdeledin. Kuşların dört bir yana saldığım davetiyeler olduğunu, evlenip mutlu olacağımı ve balık burcu çocuklarım olacağını anlattın. Gülümsedim. Sonra gülümsememi ciddiye alıp bu anlattıklarına inanmamam gerektiğini söyledin ve falların ne kadar saçma olduğuna dair anlattıklarını en baştan tekrarladın. Bu sefer seni canı gönülden dinledim ve sana inandım, ah öyle haklıydın ki!

Ama sonra, dünya bir mucize yaratmak için benim fincanların yerini değiştirmemi bekliyormuşçasına; adının baş harfi benim adımın hiçbir yerinde olmayan o kadınla tanıştın. Gerçekten de bana hiç benzemiyordu. Çok kısa bir zaman içinde ona aşık olduğunu söylemeye başlayıp daha önce aşk üzerine söylediğin olumsuz her şeyi unuttun. Sonra, evlilik güzellemelerine, oradan da çocuk hasretine geçtik. Hayatın sadeden orta şekerliye doğru bir ivme kazanıyordu ki; gönderdiğin düğün davetiyesi ile şimdi çok şekerli olduğunu anladım.

Hayal gibi değil mi? Eğer zamanı geri alabilsem, o fincanı hiç kapatmamış olmak isterdim. Belki o zaman o kadınla hiç tanışmaz, böylesine mutlu olmaz ve bugüne kadar yanı başında duran beni fark ederdin.

Ama ne yaparsın, bazen hiçbir şey insanın istediği gibi olmuyor. Ben de o insanlardan yalnızca biriyim. Düğün davetiyene düştüğün LCV notu ile beklediğinin bu olmadığını biliyorum. Ama sana bunları anlatmanın başka bir yolu var mıydı dersin?

Müsait olduğun bir zamanda, belki de düğünden sonra, seninle bir kahve içmeyi gerçekten isterim. Davetimi kabul ediyorsan, sen de LCV. 

*Fotoğraf canım Elif Külah Kuzu'ya aittir.

Comments


Esma Aydan Dikmen Aksoy
 

Bir gece olur yazarım, bir gündüz olur okurum. Bazen bir renk olurum, bazen bir kedi. Biraz kurmalı saat de, en çok kına kokusu...

 

aa1ada05-ffef-4fcf-b863-52a4d56510f4.jpg
bottom of page